‘Free play’ den ‘Meet up’ toplumuna

Bir kültürde bu kadar kısa süre kalıp da böyle büyük sosyolojik açıklamalara girmek tabi ki bana düşmez ama, burası da benim köşem, istediğimi derim; söylediğim her şey kendi gördüklerime, deneyimlerime ve sezgilerime bağlı, kısaca bilimsel bir geçerliliği yok. Sosyolojinin zaten matematik gibi mutlak neticeler çıkarmasına da inanmıyorum, keza matematiğin mutlaklığı da göreceli. Kısacası her türlü oynak değerler üzerinde yaşıyoruz; o nedenle istediğim gibi atıp tutabilirim.

Büyük çıkarımlarda bulunmak için alt yapıyı da hazırladığıma göre konuya girebilirim:

Buradaki çocuk yuvaları, bizim alıştığımızdan biraz farklı. Bir kere ‘free play’ dedikleri  bir olay var ki; her çocuk ne zaman ne oynayacağına kendisi karar veriyor. Yuva mekanında bir köşe boyama köşesi, bir köşe puzzle, bir köşe oyuncak mutfak köşesi, bir masada hamurlar bir diğerinde arabalar, öbüründe dinozorlar vs. var. Tamam, tabi ki çocuklar kendi ilgi alanlarına göre oyun seçsinler, ona diyecek bir şeyim yok ama hiç mi beraberce oynanan bir oyun olmaz. Hep birlikte oturup, sen hafta sonu ne yaptın, günün nasıl geçti diye bir sohbet saati yaratılmaz. Çocuk yuvaya başlayalı aylar geçti, hala iki üç çocuk dışında kimsenin adını bilmiyor. Neden, çünkü bizimkisi kamyon ve araba delisi, anca diğer arabacılarla iletişime geçiyor. Şöyle bir elele oynanan, herkesin birbirinin adını öğrenmesine vesile olan ‘kutu kutu pense’leri bile yok.

Zaten bir arkadaşla oynayıp oynamaman da çok önemli değil, yeter ki oyuncağı isterken ‘sorry’ de, izin al, alınca da ‘thank you’ de; bu burada namus gibi bir şey. Tabi ki denmesin, öğrenmesin demiyorum, ne kadar güzel saygılı duyarlı bireyler yetiştirmek ama her boka ‘thank you’ demek yerine çocuklara gerçekten iletişimi öğretmek, birlikte oynamaya teşvik etmek, beraber oyun kurmak sanki daha büyük, daha derin bir amaç olmalı diye düşünüyorum. 

Varsa yoksa ‘free play’; neymiş ‘independency’leri gelişecekmiş. Evet görüyoruz, gelişiyor, ancak –biraz yaşlı yobaz ağzı olacak ama- bağımsızlıkları sanki biraz fazla mı gelişiyor ne, ergenliğe vardıklarında, bir daha tutabilene aşkolsun. Kendi seçtikleri oyunlarla kendi ilgi alanlarına göre kendi sevdikleri arkadaşlarıyla oynayacaklarmış. Yahu 3 yaşındaki çocuğa boya vermezsen boyamanın ne olduğunu ne bilsin, önüne kumla kova koymazsan kale yapmayı nerden öğrensin, anamızın karnından hazır edinilmiş hobilerle çıkmıyoruz ki. Sen tanıtacaksın ki, sonra o seçimini yapsın. Sanki üniversitede bölüm seçiyor çocuk mübarek. Bizde de ayrı hastalıklı bir durum var gerçi; nerede ne okuyacağını, ilerideki mesleğini hala annesi babası seçen 20 yaşına gelmiş gençlerimiz var.

Mavi yuvaya ilk başladığı vakit dil problemi olduğundan bir kaç kavga olayına karıştı, kavga dediğim de ittirip kaktırmak, bağırıp çağırıp ağlamak, klasik. Tabi nerden bilirdik ki, burada sinirlenmek hemen hemen toplumun her kesiminde garip karşılanan bir olay. Birine yüksek sesle hitap etmek bile yadırganma sebebi. Tabi ufak bir çocuğun sinirlenme durumu da çok büyütüldü; neden kendini tutamıyor, karnından derin nefesler alıp meditasyon yaparak kendini sakinleştirmesi lazım, neden yapmıyor allah allah diye hemen yuvaya psikolog filan çağırıldı, oturdu bir gün Mavi’yi gözlemledi, bizle görüştü, öğretmenleriyle görüştü. Psikolog hanım biz Mavi’nin Türkiye’deki yuva rutinini anlatırken ‘hmmm çok ilginç’ diyerek ilgiyle dinledi ve sürekli notlar aldı. Öğretmenlerin çocuklara oyun oynatması, yuvada doğa atölyesi olması, çocukların hep beraber oraya gidip tohum dikmeleri, çiçeklere büyüteçle bakmaları, resim atölyesi olması, oraya gidip yine hep beraber resim yapmaları, sonra toplu bir şekilde beraberce yemeğe gitmelerini filan çok çok yadırgadı. 

Neyse, aradan zaman geçti ve tam bu ‘free play’ e alıştık derken, şimdi de  başımıza ‘progressive meal’ çıktı. Zaten yuvada yemek memek vermiyorsunuz, herkes evinden getirdiğini yiyor. Bakmıyorsunuz da kim yiyor kim yemiyor diye, hadi onu da anladık. Şimdi en son haber, yemek vaktini de kaldırdılar. Önceden öğretmenleri bir zil çalıyordu, hepsi gidip ellerini yıkayıp beslenme çantalarını açıp oturup yiyorlardı. Neymiş efendim, bazıları erken acıkıyormuş, bazıları geç. Eğitim Bakanlığından bir karar çıkmış, artık yemekler ‘progressive’ olacakmış. Özel bir yemek yeme zamanı olmayacakmış, kendileri ne zaman istiyorlarsa o zaman yiyeceklermiş. Bunu bi Türk arkadaşa anlatınca dedi ki maşallah ne olgun çocuklar, bari oy da versinler.

Şimdi diyeceksiniz ki, oyun oynatmıyorlar, yemekle de ilgilenmiyorlar, öyle tuvalete filan da pek yardım yok, çocuk kendi sildiği kadar artık, bu öğretmenler ne yapıyor? Tek yaptıkları supervision. Lan supervision doktora çağına gelince yapılır, sen artık her şeyin en iyisini biliyorsundur, neyi nasıl yapman gerektiğini öğrenmişsindir, supervisorun da seni ufak ufak yönlendirir.

Hadi, çocukları bırakalım ve biraz da yetişkin alışkanlıklarına geçelim. Burada yerlisi yabancısı, genci yaşlısı, evlisi bekarı, sosyalleşeceği insanları ‘Meet Up’lardan buluyor. Meet up ne diyeceksiniz? Şöyle ki, özünde üniversite topluluğu gibi işlev gören, belli bir konuya ilgisi olan kişilerin kurdukları ve aynı o konuya ilgisi olan diğer bireylerle tanıştıkları bir takım online gruplar. Webden bu gruplara üye olup, sonra etkinliklere katılıyorsun. Neler yok ki, suluboyacılardan, kediseverlere, tek çocuklu ailelerden, hiç çocuğum yok zaten istemiyorum diyenlere, salsacılardan, şarapçılara, çikolata dükkanı gezmeyi sevenlerden, mistik falcılara, bisikletçilerden, orman avcılarına, sualtı aşıklarından, veganlara kadar uzanan ucu bucağı olmayan konularda binlerce topluluk var, istediğini seçip kaydolup sosyalleşiyorsun. 

Şimdi hadi ben buraların yabancısıyım, kimseleri tanımıyorum, arkadaşım yok, e be kardeşim siz yerliler neden kırk yaşınıza gelmişsiniz hala Meet Up arkadaşlığı yapıyorsunuz? Ben üşenmeyip dolusuna üye oldum, arada bakıyorum kim ne yapıyor diye. Üye olduğum ‘Şahane 30larındaki bayanlar’ –topluluğa gel - meet up unda bir kız etkinliğe davet ediyor: Haydi kızlar haftasonu doğumgünümü kutlayalım, buyrun gelin. Bakıyorum gruba 200 kişi üye. Hepsini tanıyor musun ki? Ne diye tanımadığın insanlarla doğum günü kutlarsın?
Hiç mi samimi arkadaşın, dostumn ahbabın, ailen yok, şöyle dilediğinde kapısını çalıp gidebileceğin?

Free play, free play, ee ne oldu? Sonunda, öyle Meet Up’tan bulursun arkadaşları.

Yorumlar

En çok okunanlar

Isim Konusu

KIRKINI ÇIKARDINIZ MI?

Melbourne Gerçekleri Volume 1

Melbourne Gerçekleri Volume 2

Kültürel Kodlar

Yarra Valley Wineries / Şarabımızı nerde tatsak?

Ayakkabılarınızı mı çıkarırsınız, galoş mu alırsınız?

AVUSTRALYA GÖÇMENLIK BASVURUSU

Türkiye Tatili Sonrası Avustralya’ya Dönüş

Turuncu Balık