2 günde DUBAI komşu şehri

Oteller ayırtıldı, rezervasyonlar tamam, araba kiralandı, sigortası yapıldı, paralar bozduruldu, pasaportlar, bavullar herşey hazır; körfezin göz bebeği Dubai yolundayız.

İki gün iki gece vaktimiz olduğu için dolu dolu planlanmış bir programımız var, haliyle koşturuyoruz. İş çıkışı 6 saatlik bir yolculuğun ardından gece 11 sularında otele bile uğramadan, kendimizi Jumariah Beach Hotel dalgakıranının ucuna inşa edilmiş 360 adlı bara atıyoruz. Merakımızı bir kokteyl süresince giderdikten ve biraz da manzara sarhoşu olduktan sonra Dubai sokaklarında otelimizi aramaya koyuluyoruz. Dubai’nin basit ama ilk başta öğrenmesi güç bir yol sistemi var, dönüşü kaçırdın mı kaçırdın demek, yol gittikçe gidiyor ve şehirden çıkıyorsun, öyle ‘şurdan dalayım da bir U dönüşü yapayım’ burada işlemiyor. Yer ayırttığımız oteli güç bela bulduktan sonra park yeri olmaması ve sevimsiz resepsiyon görevlisinin ‘arabayı istediğiniz yere parkedebilirsiniz’ bilgisi üzerine sabah uyandığımızda arabayı park cezası yemiş biçimde bulmak biraz üzse de iki gün buradayız, keyfimizi kaçırmaya gerek yok diye düşünüyoruz. Daha yapacak çok şey var.

İlk istikamet Dubai sahilinde denizin doldurularak kurulduğu Palmiye'de (The Palm) inşa edilmiş dünyaca meşhur bin küsür odalı Atlantis resortu. Bir diğeri de Bahamaların başkenti Nassau’da bulunan ve 5 yıl önce ziyaret edip akvaryumuna ve muazzam casinosuna hayran kaldığım bu otelin Dubai’de açılan ikinci versiyonunu da görmekte hiç tereddüt etmiyorum. Aslında, otelde kalmaya değil de su parkında eğlenmeye ve devasal akvaryumlarını görmeye gidiyoruz.

Aquaventure (su parkı) dayız. Burası hem çocuğa hem yetişkine hitap eden cinsten, gidilip deneyimlenmesi gereken bir eğlence merkezi. Otantik bir kaleden inen su kaydırakları, köpekbalığı havuzunda tüneller, yapay sahil, yapay dalgalar, rafting yapılan dereler, birbirinden çeşitli su kanalları, şelaleler vs. tüm günümüzü yorularak geçirmemizi sağlıyor. Oradan Lost Chambers (kayıp odalar) adlı binlerce balık çeşidinin bulunduğu akvaryumlar bölümüne geçiyoruz –akvaryum dediğime bakmayın, büyük havuzlar diyelim-. Otelin inşaatı sırasında bulunan geçit komplekslerinin binlerce yıl öncesinden kalma kayıp şehir Atlantis’in kalıntıları olduğu ileri sürülüyor. Bu hikaye doğru mu bilemem ama bu sualtı labirentlerinin hakkını vermek gerek. Envayi çeşit balığın bulunduğu tertemiz, çok şık bir şekilde tasarlanmış görsel bir şölen sunan bu zengin akvaryumlarda insanın kendini kaybetmemesi mümkün değil (fotolar facebookta).

Akşam üzeri burayı da bitirdikten sonra sıra Dubai sahilinin efsanevi oteli 321 metrelik ‘Arap Kulesi’ anlamına gelen Burj Al Arab otelinde. Zamanla yarışıyoruz ya, Aquaventure sonrası arada otele gidip üzerimizi değişecek vaktimiz yok; dünyanın en pahalı otelinden bir diğerine giderken otelin park yerinde birimiz arabanın içinde, birimiz arkasında, birimiz iki kapısını açmış arasında plaj kıyafetlerimizden kurtulup araba bagajında getirdiğimiz ütülü giysilerimizi giyiyor, saçımızı başımızı tarıyor, makyajımızı yapıyor ve yola düşüyoruz. Burj Al Arab modern bir yatın yelkeni olarak düşünülmüş olduğundan suyun içinde olması da normal sanırım, karadan bir köprüyle otele bağlanıyoruz. İçeri öyle elini kolunu sallayarak giremiyorsun tabi. Biz de binanın 27. katındaki çıkıntıda yer alan Skyview Bar’da yer ayırtmışız. Kapıda kırış buruş rezervasyon kağıdımızı gösterip, son model arabaların arasında biz de kiralık arabamızı valeye teslim edip içeri dalıyoruz. Müşterilerin tercihine bağlı ister Rolls Royce’la isterse helikopterle otele getirildiği yerde dışarıdan bizim gibi gelenlere de kıyafet kuralı getirilmiş, terlik yok, şort yok, kot yok… Ben de fırsat bu fırsat tüllü güllü tacımı takıyorum, maksat rüküşlük olsun. İşin ilginç yanı yedi yıldızlı otele geliyoruz, musluklar altından, keklere pastalara altın tozu serpiliyor diyolar; kapıdaki görevli bize hurma ikram ediyor. Arap yine arap yani.

Dünyadaki en büyük otel binası olma şerefine nail olan bu bina uzaktan mimarisi, estetik yapısı ve ihtişamıyla göz boyuyor, dibine kadar sokulup da kafamı tepeye kaldırdığımdaysa büyüklüğü ve eğrisel yapısından gerçekten etkileniyorum. İçerideki dekoru çok da anlatmaya gerek yok, yedi yıldızlı otele yaraşır biçimde dolu dolu. Lobideki su şovu, asansörleri, tuvaletleri, koridorları hepsi ince ince düşünülmüş, en sevdiğim kısım ise binanın lobisinin tavana kadar boş olması. Dışarıdan görülen o büyük kütle tamamiyle dolu değil, ortası boş anlayacağınız, bu da mekana çok büyük bir ferahlık veriyor. Ancak binanın dışı içine göre çok daha tasarım ve sade kalıyor bence. Barımızda kokteyl üzerine kokteyl deviriyoruz; söylemekte fayda var servis gerçekten iyi ve fiyatlar da atla deve değil.

Ertesi günü Dubai’de herkesin yaptığı şeye, alışverişe ayırıyoruz. (Yine) dünyanın en büyük alışveriş merkezi olan Dubai Mall’a gidiyoruz, ama gezip bitirmek ne mümkün. Saatlerce dolansak da ancak belki beşte biri bitiyor. Alışveriş merkezi içinde yine kocaman akvaryumlar, son model -bir milyon dolarlık diyelim- arabalar, tüm tasarımcıların mağazaları, ne ararsan var. Saçımı başımı düzeltip birkaçına giriyorum, D&G, Manolo Blahnik, Dior...

Dubai Mall’e doyamasak da artık günü bitirmek gerek, zira eve döneceğiz. Ama sırada (yine) dünyanın en yüksek binası (bu adamlar herşeyin en büyüğünü seviyor) olan ve geçtiğimiz Ocak ayı açılan Burj Khalifa var. 828’lik Burj Khalifa’ya çıkmak için günler öncesinden bilet almak gerekiyordu, ancak alamadık, eh celebrity olmadığımızdan aradan da kaynayamıyoruz, bir dahaki sefere işallah. Çıkamasak bile altında durup izleyemeyecek değiliz. Kulenin tam önündeki 30 bin metrekarelik alandaki yapay havuzda su gösterisi izlemek isteyen turistler çevredeki kafeleri ve restoranları doldurmuş durumda, bu haliyle Dubai sanki bir Avrupa şehri görünümünde. Ortalıkta Araptan eser yok, herkesin elinde bir fotoğraf makinesi, belli ki turist. Her 20 dakikada bir gerçekleşen müzik eşliğindeki su şovları da şahane, görülmeye değer. Bu adamlar işini biliyor, çölün ortasındaki hiçliğin üzerine öyle bir şehir kurmuşlar ki turist akınına uğruyor. Yoktan var edilen bir turizm söz konusu. Doğal güzellik yok, kültür yok, tarih yok, yemek yok, hava desen zaten çöl iklimi, insan çekmek için aktarmalı uçak seferlerine ağırlık verip koca koca binalar dikiyorlar, en büyük en lüks en uzun otelleri yapıyorlar ve bunun reklamını da öyle iyi beceriyorlar ki insanlar gelsin görsün, kalsın, ülkeye para bıraksın. İnsan buralara geldiği için bu otellerde kalmıyor, bu otellerde kalmak için buraya geliyor.

Burj Khalifa siyah yüzeyi ile Tim Burton filmlerinden fırlamış devasal ve korkutucu bir yapıya sahip. Nerde güzelim romantik Eyfel nerde bu. Kule her ne kadar yüksek olursa olsun bence Dubai’nin ikonu, çizgisel farkıyla Burj Al Arab. Ancak şehrin görüntüsü her geçen gün değişiyor, baktığınız her tarafta vinç var, binalar yükseliyor, yeni projeler çiziliyor, anlayacağınız Dubai hiç bitmeyen bir proje…

Dönüş vakti geldi ve ben bir dahaki sefer için liste yapıyorum:
Park yeri sorunu olmayan ve yeri belli olan bir otel, Emirates Towers, Kayak merkezi, Medinat Jumeriah ve Burj Khalifa’nın tepesi
Ve mümkünse aquapark gibi yorucu aktivitelere katılmamak
Bir de bot turu mu ne varmış, onu da bir araştırıp gelmek gerek

Yorumlar

resim çekmediniz miii (bu arada ben ceren, cagrının masterdan sınıf arkadası)

En çok okunanlar

Isim Konusu

KIRKINI ÇIKARDINIZ MI?

Melbourne Gerçekleri Volume 1

Melbourne Gerçekleri Volume 2

Kültürel Kodlar

Yarra Valley Wineries / Şarabımızı nerde tatsak?

Ayakkabılarınızı mı çıkarırsınız, galoş mu alırsınız?

AVUSTRALYA GÖÇMENLIK BASVURUSU

Türkiye Tatili Sonrası Avustralya’ya Dönüş

Turuncu Balık